İspanyol mimarlar Manuel Munoz Monasterio ve Luis Alemany Soler, General Franco'dan 1944 yılında bir stat yapma emri aldıklarında, Santiago Bernabeu Yeste de oradaydı. Bu stat Real Madrid'in Charmartin'den ayrılarak geçeceği yer ve 70.000 kişilik kapasitesi ile İspanya'nın en büyük stadı olacaktı. Franco o toplantıda mimarlara, "Bana dev bir uyku tulumu yapın" demişti.
Yıl 1974'ü gösterirken Johan Cruyff ve arkadaşları bu statta Franco'nun Real Madrid'ine ve faşist rejime 5-0'lık bir hezimet tattırana kadar da gerçekten dev bir uyku tulumu görevi görmüştü Santiago Bernabeu. Ancak o maçta alınan bu yenilgiye çok üzülen Franco'nun bir yıl sonra ölmesi, stadın İspanya özgürlük hareketinin temelinin atıldığı yer olarak anılmasını sağladı. Bernabeu artık sadece çimento ve demirden ibaret bir stat değildi. Onun bir de ruhu vardı.
Ruh, bedenin yaşadığını sandığı şeylerin asıl sahibidir. Ruha dokunmayan hiçbir şey aslında gerçekten yaşanmış sayılmaz. Bernabeu'nun ruhu, içinde oynanan sayısız maçla birlikte dışında yaşananların da şahidiydi. Onlardan bir tanesi, 1982 yılının yaz aylarında meydana geldi.
1982 Dünya Kupası finali Madrid'de, Federal Almanya ve İtalya arasında oynandı. Yıllar sonra Real Madrid'in efsane futbolcusu ve ardından yöneticisi olacak olan Emilio Butragueno, henüz 19 yaşındayken final maçını izlemek üzere, maçtan birkaç saat önce stadın bilet gişesine gitti. Uzun bir kuyruk vardı. Sıra kendisine gelince, tüm biletlerin tükenmiş olduğunu söyleyen bilet satıcısı, ona yan kuyruğa girmesini öğütlüyordu. Ancak Butragueno bir hışımla orayı terk etti ve hüzünlü bir şekilde birkaç yıl sonra içinde efsane olacağı stadın etrafında dolaşmaya başladı. Elleri ceplerinde, boynu büyük çaresizce dolaşıyor; bir yandan da kulübüne kendisine bilet vermediği için sitem ediyordu.
Tam o sırada mucizevi bir şey oldu. Yanındaki insanlar, kendisine el kol hareketleri yapıyor ve yukarıya bakmasını söylüyordu. Kafasını kaldırdığında orta yaşı biraz geçmiş bir adamın elindeki bileti kendisine doğru atmaya hazırlandığını gördü. Şaşırdı ve anlam veremedi. Ancak adam ısrarlı bir şekilde parmağı ile önce bileti ardından kendisini gösteriyordu. Bir anda bilet süzülmeye başladı. Rüyada mıydı? Stat içinden bir adam kendisine bedava bir bilet vermişti. Hem de Dünya Kupası finaline! Biletin yere inmesini bekleyecek kadar bile tahammülü yoktu; zıpladı ve kaptı. Üzerinde yazılanlara baktığında ise şoku ikiye katlanmıştı. Stadın en güzel yerinden, VIP tribününden bir bilet! Adama teşekkür etti ve doğrudan giriş kapısına doğru yöneldi.
Emilio Butragueno'ya o gün o sevinci yaşatan adam kimdi peki? O adam, ölümünün ardından cenazesinin kaldırılacağı Ali Sami Yen Stadı'nda nice gollere imza atan, Galatasaray'ın efsanesi Metin Oktay'dı! Gazeteci olarak gittiği Dünya Kupası finalinde, son anda bir akreditasyon kartı bulunca gazetesinin kendisine ayarladığı bileti, gözüne kestirdiği genç bir adama hediye etmek istedi. Ancak nereden bilecekti ki o gencin daha sonra bir efsane olacağını ve aynı statta mucizeler yaratacağını. Ama Bernabeu'nun ruhu biliyordu. Bernabeu'nun ruhu, Metin Oktay'ın da statlar ile ilişkisini, attığı golleri, yazdığı hikayeleri üzerindeki kokusundan anlamıştı. Statlar böyledir...
Santiago Bernabeu örneğinde olduğu gibi kendi enerjisini içindekilere ve hatta şehre yayan pek çok örnek bulabiliriz. Bu yazıda sadece bir tanesini ele aldık. Yoksa Dublin'e gittiğinizde minik minik evlerin arasında, şehrin tam ortasına inmiş bir uzay gemisi gibi duran Aviva Stadı'nı gördüğünüzde büyük bir etkilenme yaşayabilirsiniz. Ya da Çin'in Pekin şehrinde, merkezden uzakta bir alana yapılan, dünyanın en önemli iki mimarı Jacques Herzog ve Pierre de Meuron'un tasarladığı 'Kuş Kafesi' Stadı, estetik açıdan sizi bambaşka diyarlara götürebilir. Braga'nın meşhur Municipal'i, Rijeka'nın Kantrida'sı ya da İzlandalı IVB'nin Hasteinsvollur'u sizi doğa ana ile beraber kucaklar. İsviçre Alpleri'ndeki Ottmar Hitzfeld Stadyumu'na giderseniz de topun karşı taç çizgisinden çıktığında uçuruma yuvarlandığını görür ve 'atan alır' kuralının burada işlemediğini tebessümle tecrübe edersiniz.
Statların birer ruhu ve çokça hikayesi vardır. Yaklaşık olarak her maç, ortalama 50 bin kişiyi içeren...
Ancak Ali Sami Yen ve İnönü'nün yıkılmasının ardından elimizde ruhu olan bir stat kalmadı. Modern, teknolojik, konforlu statlarımız var ama henüz hiçbirine ruh üflenmedi. Brezilya'nın Maracana, İngiltere'nin Wembley, İtalya'nın Roma Olimpiyat, Fransa'nın Stade de France, Almanya'nın Berlin Olimpiyat statları ile aynı emsalde bir stada 'şimdilik' sahip değiliz. Eskilerin anlattığı Taksim, Mithatpaşa, Dolmabahçe korunabilir, günümüze o ruhlarıyla taşınabilir miydi? Taşınsa neler olurdu? Bunların cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Şu anda yapabileceğimiz tek şey, o ruhun yeniden gelmesini beklemek.
Ey ruh, geldiysen üçlü çektir...
YAZI: Serkan AKKOYUN