Brezilyalı dünyaca ünlü eski golcü Adriano, şöhretin zirvesindeyken, babası ölünce bir daha eski günlerine dönemedi. Brezilya'da kötü bir hayat yaşadığı sürekli gündeme gelen Adriano, hikayesini "The Players Tribune" ekibine anlattı. İşte bugün 40 yaşına basan Adriano'nun hikayesi...
"Adriano gecekondu mahallelerinde kayboldu. Adriano uyuşturucu kullanıyor." gibi manşetleri kaç kez gördüm biliyor musunuz? İşte buradayım, karşındayım. Gerçeği duymak ister misin? Yoksa palavralar devam mı etsin? O zaman çek bir sandalye ve dinle kardeşim. Çünkü Adriano'nun hikayesi öyle değil.
"Gecekondular" Bu kelimeyi insanlar he zaman yanlış anlar. Yabancılar anlamıyor dostum. Brezilya hakkında konuşurken, kenar mahallelerdeki küçük çocuklar hakkında konuşurken her zaman karanlık bir resim çizerler. Her zaman acı ve sefalet! Evet bazen öyle ama durumlar aslında karışık. Gecekondu mahallesinde büyüdüğümü düşündüğümde aslında sadece ne kadar eğlendiğim aklıma gelir. Uçurtma uçurduğumuz anlar, sokakta top teklemediğimiz günler aklıma geliyor. Bu saçmalık değil, gerçek çocukluk. Çocuklar şimdi ne yapıyor? Ekran dokun! Ekrana dokun! Ailemle ve çevremle büyüdüm. Bir toplulukla büyüdüm. Ben acı çekmedim, ben gerçek hayatı yaşadım.
Dinleyin, kariyerimde çok para kazandım. Fakat bu kadar eğlenmek için ne kadar para ödersin? Ne demek istediğimi biliyorsunuz. Her zaman ayağımda top vardı. Bu Tanrı'nın bir lütfudur. 7 yaşımdayken, ailem biriktirdiği parasını ortaya koydu ve Flamengo Akademesi'nde oynayabilecektim! Kahretsin dostum! Gecekondu mahallesinden Flamengo'ya...
Ama biraz çılgıncaydı çünkü Penha'da yaşıyorduk ve Rio'yu biliyorsanız, Penha'dan Gevea'daki Flamengo okuluna kadar çok yol olduğunu biliyorsunuzdur. İki farklı otobüs yolculuğu yapmam gerekiyordu ve küçük olduğum için benimle gelecek birine ihtiyacım vardı. "Nanım" burada devrye giriyor. Onsuz hayat mı? Unut gitsin! O olmasa, Adriano adını bilemezdiniz.
Inter'de oynarken, bir keresinde basın peşimdeydi. Evimin dışına kamp durdular ve ayrılmadılar. Kapana kısılmış gibi hisettim. Nanım o sırada benimle kalıyordu ve mutfakta kaynayan suyu duydum. "Naber, Nan? Ne yapıyorsun?" dedim ve o da "Hayır, hayır. Ben yemek yapmıyorum aşkım." diye yanıt verdi. Makarna yaptığını düşündüm. "Dışarıdaki arkadaşlarımız için sadece bir hediye yapıyorum" dedi. İnanamadım, "Ne? Nan, sen delisin. Bunu yapamazsın!" dedim. "Hayır, hayır. Basın mensuplarımızı biraz yıkayacağım! Hoş ve sıcak! Beğenecekler!" diyince şaşırdım. Hahahah! Ciddiydi adamım! Onu sakinleştirmeliydim. “Bebeğime bulaşmayı bırakmaları gerekiyor! Onlara bir ders vermeliyim!" dedi. Yani bu benim Nanım, tamam mı? Şimdi anlıyor musun?
Ben çocukken, her gün antrenman yapmak için benimle otobüse binerdi ve elbette fazla paramız yoktu, bu yüzden yiyecek bir şeyler yememiz için patlamış mısır yapardı. Ya da bazen bir parça beyaz ekmek keser ve ortasına biraz şeker dökerdi. Temel şeyler. Neye gücümüz yeterse. Ama bazen basit şeylerin tadı en güzelidir, değil mi? Kahretsin, özellikle acıktığında! Bu patlamış mısırın tadı cennet gibi!
Her neyse, antrenmana başladığımızda, büyükannem ne yapacak? Güzel bir kafede oturup biraz çay mı içecek? Hayır dostum, orada oturması ve saatlerce oynamamı izlemesi gerekiyordu. En komik yanı ismimi asla doğru telaffuz edememesiydi. Bebekliğimden beri bana "ADI-RANO!" dedi. Antrenman yaparken diğer çocuklara "Hey! Topu Adirano'ya at! Topu Adirano'ya ver!" diye bağırırdı. Ona bunu yapmamasını söylerdim. Sonra otobüste antrenmanımı analiz ederdi. "Adirano, neden böyle koşuyorsun? Neden diğer tarafa gitmedin? Neden topa vurmadın anlamıyorum aşkım." derdi. Hahhahaha! Beni gerçekten zorluyordu! Mourinho'dan önce Mourinho'ydu! Acımasızdı. Bu rutini 8 yıl boyunca yaşadık. Dersem çalışmak için vaktim olduğunu mu düşünüyorsunuz? Beşinci sınıfta üç kez başarısız olduğuma şaşırmamalı.
Nanam (Büyükannesi) futbolcu olabilmem için hayatını feda etti. Ve sonra bir gün, birdenbire, tüm rüya neredeyse bitmişti. Bitti adamım! 15 yaşımdayken Flamengo beni serbest bırakacaktı. Ciddi anlamda. Sorun şu ki, o zamanlar aslında sol gerideydim ve çok hızlı gelişiyordum. Sebebi çok fazla patlamış mısır! Beni hayal et Adriano? Sol arka mı? Yılın sonunda, koçlar kelimenin tam anlamıyla tüm çocukları sıraya dizip iki sıraya koydu. Kalanları açıklarlardı. Beni işaret ettiler. "Adriano, oraya git." Sol sıra. Güle güle. Sonra yürürken, Tanrı'nın lütfuyla koçlardan biri bağırdı, “Hey, hayır, hayır, hayır. Adriano değil. Şimdilik kalıyor." dedi. İnanılmaz, değil mi? Tanrı elini hayatımıza soktuğu zaman bunu açıklayamayız. Son şansım olduğunu anladım. Öyleyse ne yapmalıydım? Savaştım kardeşim. Önüme çıkan herkesi devirdim. İnsanlar şunu anlamıyor. Forvet olduğun zaman yarışın içinde değilsin. Top sana geldiğinde seni öldürmeye çalışan iki oyuncu vardır, bu bir yarış değil! Bu bir kavga, sokak kavgası. Öyleyse ne yaptım, önüme geleni yumrukladım! Hahahah! Adriano ayakta kalacak!
Flamengo beni forvet olarak tuttu, şükürler olsun ve birkaç yıl sonra, 17 yaşındayken A Takım'la antrenman yapma şansı yakaladım. Ama şimdi yetişkin erkeklere karşı oynuyorum. Ailelerini beslemek için oynuyorlar. Bu farklı bir seviyedir. Bu yüzden benimle uğraşamayacaklarını herkese kanıtlamalıydım. Bu anı asla unutmayacağım! 11'e 11 oynuyoruz ve top ileri geri gidiyor. Hiçbir şey olmuyor. Birdenbire, ceza sahası içinde bana geliyor. Gökyüzünden düştü. Savunmacılar bana saldırıyor ve ben onları uzaklaştırıyorum. OOOF!!! Dönüyorum ve orada önümde oturan bu güzel lanet hedefi görüyorum. Top sol ayağımdaydı. Ve topu sol ayağıma aldığımda ne yapacağımı biliyorsun kardeşim. Açıklayamıyorum bile. Sanki Tanrı parmağıyla gökten indi ve o ayakkabıya dokundu. Gözlerimi kapattım ve ayağımı elimden geldiğince sert bir şekilde topa salladım. Top direğe çarptı. Ve havada bir kuş gibi uçtu. Yükseliyor. Güle güle!! Herkesin yüzündeki ifadeyi görebiliyordum. Oyuncular, antrenörler, herkes. "Kahretsin! İşte bu çocuk." Ve şunu düşündüğümü hatırlıyorum, sadece Tanrı'ya teşekkür ettim. Birkaç ay sonra milli takıma çağrıldım.
Her şey bu kadar hızlı oldu. O sırada hala gecekondu mahallesinde ailemle yaşıyordum. Aslında, televizyonda milli takım açıklanırken kestiriyordum. Annem odaya girdi, “Adriano! Adriano! Oğlum! Çağrıldın! Tanrım!" dedi. O sırada horluyordum. "Benimle dalga mı geçiyorsun?" diye cevap verdim. Yataktan kalktım ve televizyonda adımı gördüm. 18 yaşındayım, gecekonduda oturuyorum ve milli takımdayım! Tanrı'nın bana dokunmadığını nasıl söyleyebilirsin? Hikayem bana bile mantıklı gelmiyor. Bir yıl sonra Inter'e gittim. Bana "İmparator" diyen insanlar vardı. Bunu nasıl açıklayabilirsin? Tanrı'nın eli, sana söylüyorum.
İtalya'ya yeni geldiğimi hatırlıyorum ve neler olduğunu bilmiyordum. Sadece etrafa bakıyordum, Seedorf. Ronaldo. Zanetti. Toldo. Lanet olsun. Bu adamlara hayranlık duyuyorum, değil mi? Seedorf soyunma odasında formasız olarak dolaşırken %7 vücut yağı olan vücüduyla sadece saygı duyarsınız.
Asla unutmayacağım, Bernabeu'da bir hazırlık maçında Real Madrid'e karşı oynuyorduk ve ben yedektim. Ceza sahasının dışında bir serbest vuruş kazandık ve topun başına geçtim. Hey, neden olmasın? Pekala, tahmin et kim arkamdan geliyor "Hayır, hayır, hayır." diye bağırdı, topu almak istedi. Materazzi! O büyük, acımasız p.ç! Hahahah! Ne dediğini zar zor anlayabiliyordum çünkü henüz İtalyanca bilmiyordum. Ama kızdığını anladım. Kimse Seedorf'la uğraşmaz. Elbette Matterazzi kenara çekilmek zorunda kaldı ve komik olan şu ki, videoyu izlerseniz Matterazi'nin elleri kalçasında durduğunu ve şöyle düşündüğünü görebiliyorsunuz: "Bu lanet çocuk dışarı fırlatacak!!!" İnsanlar bana her zaman bu serbest vuruş hakkında sorular soruyor. "Nasıl? Nasıl, nasıl, nasıl? Topa nasıl bu kadar sert vurdun?" Onlara, "Kahretsin adamım! Bilmiyorum! Solumla vurdum ve gerisini Tanrı yaptı!" derim.
Bu Inter ile bir aşk ilişkisinin başlangıcıydı. Yine de, bugüne kadar Inter benim kulübüm. Flamengo'yu, Sao Paulo'yu seviyorum... Oynadığım pek çok yeri seviyorum ama Inter benim için özel bir şey. İtalyan basını mı? Tamam, bu başka bir hikaye. Hahahaha. Ama kulüp Inter! En iyisi adamım. Tezahüratlar, San Siro'da nasıl adımı söylediklerini hatırladığımda hala tüylerimi diken diken ediyor; "Hepimiz bu Brezilyalıyı destekliyoruz."
Kahretsin dostum. Benim gibi bir gecekondu adamı mı? Ben İtalya İmparatoru muyum? Henüz pek bir şey yapmadım ve herkes bana bir kral gibi davranıyordu. Çılgıncaydı. Ailemin Rio'dan beni ziyarete geldiğini hatırlıyorum ve ailem dediğimde ne demek istediğimi anlayamazsın kardeşim. Ailemden bahsediyorum. Brezilya tarzı. Sadece anne ve babadan bahsetmiyorum, 44 kişiden bahsediyorum dostum! Kuzenler! Teyzeler! Amcalar! Oğullarım! Bütün mahalle o uçağa bindi.
Haber kulüp başkanı Bay Moratti'ye ulaştı. Ve Bay Moratti, “Hey, bu çocuk için özel bir an. Ailesi için bir otobüs bulalım." dedi. Moratti, onlar için koca bir tur otobüsü buldu. 44 Brezilyalıyı İtalya turunda hayal edebiliyor musunuz? Hahaha! İnanılmaz bir sahneydi kardeşim. Parti vaktiydi. Bay Moratti ya da Inter hakkında asla kötü bir söz söylemememin nedeni budur. Her kulüp böyle yönetilmeli. Beni bir insan olarak önemsedi.
"Adriano, futboldan neden uzaklaştın? Bizi neden terk ettin?" İtalya'ya her döndüğümde bu soruyu alıyorum. Biliyor musun, bazen gezegendeki en yanlış anlaşılan futbolculardan biri olduğumu düşünüyorum. İnsanlar bana ne olduğunu gerçekten anlamıyor. Hikayeyi tamamen yanlış anladılar. Dürüst olmak gerekirse çok basit. Dokuz gün içinde hayatımın en mutlu gününden hayatımın en kötü gününe gittim. Cennetten cehenneme gittim.
25 Temmuz 2004. Arjantin'e karşı Copa America Finali. Her Brezilyalı bu maçı hatırlar. Son dakikalarda o p.çlere yeniliyoruz. Bizimle dalga geçiyorlardı, alay ediyorlardı, daha fazla zaman geçsin diye kafamızı kaldıramadan kaybetmemiz için uğraşıyorlardı. Luis Fabiano herkesi yumruklamak istedi! Hahaha! "Oyunu unutun! Bu p.çleri öldürelim!" Gerisi bir şiir, dostum. Bu bir film. Bu bir şarkı. Ne olduğunu bilmiyorum ama gerçek değil.