Etik kurul raporuyla ilgili dedikodular, izlenimler, olası yorumlar ve bu yorumlar doğrultusunda farazi gelecek planları ortalara saçılırken herkes aynı kelimenin etrafında toplandı: "Adalet".
Gerçekten adalet mi istiyoruz, yoksa tek istediğimiz biraz "daha" ayrıcalık mı?
Daha sezon başında Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nden men edilirken, Beşiktaş oraya gönderildiğinde Bursaspor da hakkı olan UEFA gruplarına neden gönderilmedi? O günlerde neden Bursa'nın hakkı aranmadı?
2008 yılında Petrol Ofisi Spor Kulübü, sadece ama sadece amatör liglerdeki takımlardan alınan katkı paylarının hiçbir yönetmelikte yazmadığını savunduğu ve dava açtığı için TFF tarafından kapatıldığında neden kimse adaletin a'sını diline almıyordu?*
Kemalettin Şentürk, İşçi Partisi'ne oy verdiğini açıkladığı için apar topar Fenerbahçe'den yollanırken; Metin Kurt seksen döneminde işsiz bıraktırılırken neden kimse adaleti hatırlamadı?
Veya o kadar gerilere gitmeye gerek yok diyorsak, üç gün önceye gidelim: Bölgesel Amatör Lig play out kuralarına!
Play out'ta kaybeden, Süper Amatör'de; kazanan Bölgesel Amatör'de yola devam ediyor malumunuz. Eşleşmelerde Beykoz 1908-Alibeyköy maçı çıktı ve kuralar öncesi belirlenen statların hiçbirine maçı veremeyen (güvenlik gerekçesiyle) federasyon, maçı Silivri Stadı'na verdi! Yetmedi, Bayrampaşa ve Fatih ilçesi temsilcilerinin maçları da Esenyurt'a, yani hayli yakın bir semte verildi!
Ama öncesi de var! İki hafta önce de gene Bölgesel Amatör Lig play offlarında Çorlu-Tekirdağ maçını skandal bir kararla Tekirdağ'daki bir stada veren federasyon, Büyükçekmece-Karagümrük maçını da İstanbul'daki Maltepe stadına verdi... (Normalde farklı ilde oynamaları gerekiyordu!)
Siz Beykoz için, Büyükçekmece için, Petrol Ofisi için adalet istemediğiniz sürece; onların ezilmişliklerinden, hor görülmüşlüklerinden kendinize temiz sezonlar biçmeye çalıştıkça adalet sizin semtinize de "zor" gelir. Önce bir meseleyi netleştirin: Derdiniz adalet mi, yoksa ayrıcalık mı?
---
Bu konuyla bağımsız bir şey yazmak istiyorum, geçtiğimiz günlerde küme düşmeyi garantileyen bir futbol kulübünün idari müdürüne şaka yollu son iki maçlarına çıkmamalarını önerdim ve bana bunu anlattı... Ben de sizinle paylaşmak istedim, belki hayata dair (bana olduğu gibi) size yol ışığı olur:
Hava kararmaktadır. Maraton yarışı sonuçlanalı bir saati geçmiştir. Stadyum neredeyse boşalmıştır. Stadyumun temizlikçileri yavaş yavaş etrafı toparlamaya bile başlamıştır. Tam o sırada stadyumun giriş kapısından bir siyahi atlet gözükür. Atletin gözü bitirme ipini aramaktadır. Koşma ile yürüme arası bir şey, seke seke ilerlemektedir. Sonunda atlet bitirme ipini göğüsler. Böylece John Stephen Akhwari, Mexico'daki 1968 Olimpiyatları'nda tarihe geçer. Ama bu Tanzanyalı atletin tarihe geçmesine asıl neden, yarışı en son bitiren atlet olması değil, ipi göğüsledikten sonraki sözleri olmuştur.
Bu Tanzanyalı atlet yarış sırasında bir kaza geçirmiş ve yaralanmıştır. Tedavisi yapılmıştır, ama bacağı hâlâ kanamaktadır. Stadyumda kalan bir küçük kalabalık bu atleti alkışlarlar. Bir kısmı takdirle alkışlamaktadır, bir kısmı da adamın yaralı bacağını görmediklerinden belki de dalga geçerek alkışlamaktadır. Bu alkışlamada belki de, "Akşam-ı şerifler hayrolsun! Nerelerdeydiniz mirim?" türünden bir sorgulama bile vardır.
Maraton koşusunu yazacak bir-iki gazeteci daha stadyumdan ayrılmamıştır. "Neredeydiniz mirim?" sorusunu bu gazeteciler daha bir usturuplu sorarlar "Yarışı kazanma şansınızı kaybetmiştiniz. Neden ille de yarışı bitirmek için bu kadar kendinizi zorladınız?" Bu soruya Tanzanyalı atlet çok şaşırır; ama sonunda cevabını verir.
"Beni ülkem buraya yarışa başlayayım diye değil, yarışı bitireyim diye yolladı"
Ne dersiniz, sizce de son yıllarda uluslararası turnuvalarda takım bazlı başarısızlıklarımızın sebebi de "gitmeyi"/"yarışa başlamayı" kendimize yeterli görüşümüz olabilir mi?
*FutbolExtra Şubat Sayısı'nda bu konuyla ilgili ayrıntılı bir yazım vardı
http://twitter.com/alper_kaya
Gerçekten adalet mi istiyoruz, yoksa tek istediğimiz biraz "daha" ayrıcalık mı?
Daha sezon başında Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nden men edilirken, Beşiktaş oraya gönderildiğinde Bursaspor da hakkı olan UEFA gruplarına neden gönderilmedi? O günlerde neden Bursa'nın hakkı aranmadı?
2008 yılında Petrol Ofisi Spor Kulübü, sadece ama sadece amatör liglerdeki takımlardan alınan katkı paylarının hiçbir yönetmelikte yazmadığını savunduğu ve dava açtığı için TFF tarafından kapatıldığında neden kimse adaletin a'sını diline almıyordu?*
Kemalettin Şentürk, İşçi Partisi'ne oy verdiğini açıkladığı için apar topar Fenerbahçe'den yollanırken; Metin Kurt seksen döneminde işsiz bıraktırılırken neden kimse adaleti hatırlamadı?
Veya o kadar gerilere gitmeye gerek yok diyorsak, üç gün önceye gidelim: Bölgesel Amatör Lig play out kuralarına!
Play out'ta kaybeden, Süper Amatör'de; kazanan Bölgesel Amatör'de yola devam ediyor malumunuz. Eşleşmelerde Beykoz 1908-Alibeyköy maçı çıktı ve kuralar öncesi belirlenen statların hiçbirine maçı veremeyen (güvenlik gerekçesiyle) federasyon, maçı Silivri Stadı'na verdi! Yetmedi, Bayrampaşa ve Fatih ilçesi temsilcilerinin maçları da Esenyurt'a, yani hayli yakın bir semte verildi!
Ama öncesi de var! İki hafta önce de gene Bölgesel Amatör Lig play offlarında Çorlu-Tekirdağ maçını skandal bir kararla Tekirdağ'daki bir stada veren federasyon, Büyükçekmece-Karagümrük maçını da İstanbul'daki Maltepe stadına verdi... (Normalde farklı ilde oynamaları gerekiyordu!)
Siz Beykoz için, Büyükçekmece için, Petrol Ofisi için adalet istemediğiniz sürece; onların ezilmişliklerinden, hor görülmüşlüklerinden kendinize temiz sezonlar biçmeye çalıştıkça adalet sizin semtinize de "zor" gelir. Önce bir meseleyi netleştirin: Derdiniz adalet mi, yoksa ayrıcalık mı?
---
Bu konuyla bağımsız bir şey yazmak istiyorum, geçtiğimiz günlerde küme düşmeyi garantileyen bir futbol kulübünün idari müdürüne şaka yollu son iki maçlarına çıkmamalarını önerdim ve bana bunu anlattı... Ben de sizinle paylaşmak istedim, belki hayata dair (bana olduğu gibi) size yol ışığı olur:
Hava kararmaktadır. Maraton yarışı sonuçlanalı bir saati geçmiştir. Stadyum neredeyse boşalmıştır. Stadyumun temizlikçileri yavaş yavaş etrafı toparlamaya bile başlamıştır. Tam o sırada stadyumun giriş kapısından bir siyahi atlet gözükür. Atletin gözü bitirme ipini aramaktadır. Koşma ile yürüme arası bir şey, seke seke ilerlemektedir. Sonunda atlet bitirme ipini göğüsler. Böylece John Stephen Akhwari, Mexico'daki 1968 Olimpiyatları'nda tarihe geçer. Ama bu Tanzanyalı atletin tarihe geçmesine asıl neden, yarışı en son bitiren atlet olması değil, ipi göğüsledikten sonraki sözleri olmuştur.
Bu Tanzanyalı atlet yarış sırasında bir kaza geçirmiş ve yaralanmıştır. Tedavisi yapılmıştır, ama bacağı hâlâ kanamaktadır. Stadyumda kalan bir küçük kalabalık bu atleti alkışlarlar. Bir kısmı takdirle alkışlamaktadır, bir kısmı da adamın yaralı bacağını görmediklerinden belki de dalga geçerek alkışlamaktadır. Bu alkışlamada belki de, "Akşam-ı şerifler hayrolsun! Nerelerdeydiniz mirim?" türünden bir sorgulama bile vardır.
Maraton koşusunu yazacak bir-iki gazeteci daha stadyumdan ayrılmamıştır. "Neredeydiniz mirim?" sorusunu bu gazeteciler daha bir usturuplu sorarlar "Yarışı kazanma şansınızı kaybetmiştiniz. Neden ille de yarışı bitirmek için bu kadar kendinizi zorladınız?" Bu soruya Tanzanyalı atlet çok şaşırır; ama sonunda cevabını verir.
"Beni ülkem buraya yarışa başlayayım diye değil, yarışı bitireyim diye yolladı"
Ne dersiniz, sizce de son yıllarda uluslararası turnuvalarda takım bazlı başarısızlıklarımızın sebebi de "gitmeyi"/"yarışa başlamayı" kendimize yeterli görüşümüz olabilir mi?
*FutbolExtra Şubat Sayısı'nda bu konuyla ilgili ayrıntılı bir yazım vardı
http://twitter.com/alper_kaya