Herkesin aklında tek bir soru var: Bankaların son dönemdeki dolar/TL tahminleri dikkat çekiyor. İşte 2024-2025 seçim sonrası dolar tahmini
DOLAR YÜKSELİR Mİ, DÜŞER Mİ?
OVP'de Türkiye'nin önümüzdeki üç yıl için temel makroekonomik gösterge tahminleri şu şekilde sıralanıyor:
OVP'de 2024 büyüme tahmini yüzde 4, 2025 için yüzde 4,5 ve 2026 için yüzde 5. 2023 için büyüme tahmini ise yüzde 4,4'e çekildi. Büyümede tahminlerin yüzde 5'ten düşük olmasının nedeni 6 Şubat depremlerine bağlandı.
2024 için enflasyon tahmini yüzde 33, 2025 için yüzde 15,2; 2026 içinse yüzde 8,5 oldu. 2023 enflasyon tahmini yüzde 65.
İşsizlik oranının 2024'te yüzde 10,3'e, 2025'te yüzde 9,9'a, 2026'da yüzde 9,3'e gerilemesi bekleniyor. Yıllık ortalama 909 bin ve toplamda 2,7 milyon kişilik artış amaçlanıyor.
Kişi başına gelirin 2024'te 12 bin 875, 2025'te 13 bin 717, 2026'da 14 bin 855 dolar olması bekleniyor.
Dönem sonunda cari işlemler açığının milli gelire oranının dönem sonunda yüzde 4'ten yüzde 2'ye gerilemesi bekleniyor.
Cari açık 2024'te 2,6 trilyon lira; 2025'te 1,8 trilyon lira; 2026'da 1,8 trilyon lira olacak.
Bunlara ek olarak OVP'de Dolar/TL için 2024 tahmini 36,8; 2025 tahmini 43,9; 2026 için 47,8 olarak açıklandı.
Merkez Bankası Faiz Arttırırsa Ne Olur? Yeni yönetimin ekonomi politikalarını '
normalleştirmesi', 22 Haziran'daki toplantıda Merkez Bankası'nın faiz artırması bekleniyor.
Uzmanlar ve uluslararası kuruluşlar, faiz artırımının önemli olduğunu vurgularken, yüzde 20-40 arasında rakamlar dillendiriliyor. Mevcut oransa yüzde 8,5.
Twitter'da ekonomiyle ilgili paylaşımlarıyla bilinen '
beşyüzyedi', faiz oranındaki farklı artışlara göre kredi kartı ve KMH faizlerinin ne kadar yükseleceğine dair hesabını paylaştı.
Kredi kartı ve KMH faizi şu an aylık yüzde 1,36 seviyesinde. Merkez Bankası'nın piyasada beklendiği gibi politika faizini yüzde 20'ye çekmesi durumunda oran aylık yüzde 2,36'ya yükselecek.
Reuters ajansındaki habere göre JP Morgan, yüzde 8,5 seviyesindeki politika faizinin ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında yüzde 25'e yükseltileceği tahmininde bulundu.
JP Morgan politika notunun yazarı Nicolaie Alexandru-Chidesciuc,
"Yıl sonu politika faizi beklentimizi yüzde 30'da sabit tutuyoruz" ifadelerini kullandı.
Faizin bu orandan daha yüksek olma ihtimalini de göz önünde bulunduran JP Morgan, 2023'ün ikinci yarısında kredi koşullarının sıkılaşmasıyla birlikte Türkiye ekonomisinin resesyona gireceği tahmininde bulundu.
Resesyon ya da durgunluk, bir ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası'nın (GSYİH) arka arkaya iki çeyrek boyunca azalması durumuna verilen isim.
Merkez Bankası'nın belirlediği politika faizi, başta ev kredisi faizleri olmak üzere, kredi kartları, banka kredileri ve otomobil kredileri gibi borçları etkiliyor. Borç verenler, faiz oranlarının yükselmesini bekliyorlarsa oranlarını daha da yükseltmeye karar verebilir.
Zaten faiz, merkez bankalarının kullandığı bir araç olarak, yüksek enflasyonla bu şekilde mücadele ediyor. Faiz oranları yükseldikçe borçlanma daha pahalı hale geliyor ve bu da enflasyonu kontrol etmeye yardımcı oluyor. Çünkü insanları daha az borç almaya, daha az harcamaya ve daha çok tasarruf etmeye teşvik ediyor.
Ancak, TCMB ekonomiyi çok fazla yavaşlatmak istemediği için bu zor bir dengeleme müdahalesi.
TCMB uzunca bir süredir düşük faiz, yüksek enflasyon politikası izliyor. Politika faizi yüzde 8,5 olmasına rağmen bankalardaki kredi ve mevduat faizleri bunun üç katı seviyesini bulabiliyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek görevi Nureddin Nebati'den devralırken,
"Hükümetimizin temel hedefi, toplumsal refahı artırmaktır. Bu hedefe ulaşmada şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır. Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı, öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi özlenen bir refaha ulaşmada anahtar olacaktır" demişti.
Şimşek, "orta vadede enflasyonun yeniden tek haneli rakamlara düşürülmesini" öncelikleri arasında sıralamıştı.
MERKEZ BANKASI FAİZ KARARI TARİHLERİ 2024-2025 Para Politikası Kurulu Toplantı Kararı | Para Politikası Kurulu Toplantı Özeti | Enflasyon Raporu | Finansal İstikrar Raporu |
19 Ocak 2023 | 26 Ocak 2023 | 26 Ocak 2023 | |
23 Şubat 2023 | 2 Mart 2023 | | |
23 Mart 2023 | 30 Mart 2023 | | |
27 Nisan 2023 | 3 Mayıs 2023 | 4 Mayıs 2023 | 18 Mayıs 2023 |
25 Mayıs 2023 | 1 Haziran 2023 | | |
22 Haziran 2023 | 3 Temmuz 2023 | | |
20 Temmuz 2023 | 27 Temmuz 2023 | 27 Temmuz 2023 | |
24 Ağustos 2023 | 31 Ağustos 2023 | | |
21 Eylül 2023 | 28 Eylül 2023 | | |
26 Ekim 2023 | 2 Kasım 2023 | 2 Kasım 2023 | 16 Kasım 2023 |
23 Kasım 2023 | 30 Kasım 2023 | | |
21 Aralık 2023 | 28 Aralık 2023 | | |
25 Ocak 2024 | 1 Şubat 2024 | 8 Şubat 2024 | |
22 Şubat 2024 | 29 Şubat 2024 | | |
21 Mart 2024 | 28 Mart 2024 | | |
Ekonomist Mahfi Eğilmez'in kendi sitesinde 'Seçime giderken sorular ve yanıtlar' başlığıyla yayınlanan yazısı şöyle:
Aslıda sorunun doğru şekli seçimden sonra Türk Lirası daha da değer kaybeder mi şeklinde olmalıdır. Döviz kurları seçime yaklaşılırken yükselmeye başlamış görünüyor. Bunu normal karşılamak gerekir. Çünkü insanlar belirsizliği sevmezler, tedirgin olurlar. Tedirginlik dövize ve altına talebi artırır, dolayısıyla döviz kuru ve altın fiyatı yükselir. Seçimden sonra Türk Lirasının yabancı paralara karşı değer kaybedip kaybetmeyeceği sorusunun yanıtı büyük ölçüde seçimi kimin kazanacağı ne neler yapacağıyla ilgilidir. Türkiye'de mevcut iktidar birçok alanda ve o arada ekonomide inandırıcılığını yitirmiş olduğu için seçimi kazanırsa uyguladığı yanlış ekonomi politikasından vazgeçip doğru politikalara döneceğini açıklasa bile uzun süre inandırıcılık sorunu yaşayabilir. Muhalefetin bu konuda bir üstünlüğü olmakla birlikte seçimi kazanırsa, yapacağı atamalar, yapısal reformlar konusunda girişeceği eylemler inandırıcılığını belirleyecektir. Dolayısıyla bu sorunun yanıtı seçimden sonra neler yapılacağıyla bağlantılıdır.
Seçim sonrası ekonomi politikası değişir mi, değişirse ne yönde değişir? Seçim sonrası ekonomi politikasının değişip değişmeyeceği sorusu seçimi hangi ittifakın ve önemlisi Cumhurbaşkanı adayının kazanacağına göre yanıtlanması gereken bir soru. Dolayısıyla ilk yanıtlanması gereken soru şudur: Seçimi kim kazanır? Burada bir tahmin yapmaktansa (onu siyaset bilimcilere ve anket firmalarına bırakalım) soruyu iki olasılık için de yanıtlayalım. Seçimi mevcut iktidar ve Cumhurbaşkanı kazanırsa mevcut politika devam eder. Daha doğrusu mevcut politikasızlık devam eder, çünkü bugünkü durumda ortada herhangi bir politika bulunmuyor. Ekonomi modelimiz de olmayan ekonomi politikasından esinlenerek 'kervan yolda dizilir' modeline dayanıyor. Seçimi muhalefet kazanırsa, bugüne kadar yaptıkları açıklamalara, hazırladıkları ortak mutabakat metnine bakarak yeni bir ekonomi politikasının devreye girmesini bekleyebiliriz. Yeni bir ekonomi politikası eğer ekonomiyle ilgili olanların yanı sıra hukuk reformu, eğitim reformu, siyasal partiler reformu, tarım reformu gibi yapısal reformlara dayanarak yola çıkarsa başarılı olur. Bunları kısa sürede yürürlüğe sokamazlarsa başarılı olamaz.
Faiz artırılırsa kriz çıkar mı? Her şeyden önce şunu net bir şekilde ortaya koyalım: Türkiye bugün zaten bir krizin içinde. Ama insanlar 2001 krizinde olduğu gibi işsiz kalmadıkları ve düşük faiz nedeniyle yüksek kârlar sağlayan şirketlerin çalışanlarına yaptıkları ücret artışları nedeniyle krizin farkında değiller. Türkiye, bir çeşit 'ertelenmiş kriz' yaşıyor. 'Gelecekte daha pahalı olacak' endişesiyle öne çekilmiş tüketim, ekonomiyi canlı tutarak yaşanan krizin fark edilmesini engelliyor. Krizin gerçekten farkına varılması seçimden sonra olacak. Bugün mevduata verilen faizler, enflasyonun 30 puan altında. Öte yandan kredi faizleri de enflasyonun 15 – 20 puan altında. Ne var ki bankalar kredi kullandırmak istemiyorlar. Çünkü biliyorlar ki faiz artarsa düşük faizle kullandırdıkları krediler sorun olacak.
Faiz, doğru yaklaşımla artırılırsa kriz çıkmaz. Buna karşılık tek başına faiz artırımı sorunları çözemez sadece atılacak diğer adımlar için zaman kazandırır. O nedenle faiz artırımıyla birlikte yapısal reform hareketinin başlatılması şart. Faizi öyle tek hamlede enflasyon düzeyine yükseltmek kriz çıkarabilir. Çünkü düşük faize bağlanmış birçok işlem, kuruluş ve karar var ortada. Faizleri yavaş yavaş artırmak ve enflasyon düşürülene kadar artırmaya devam edileceğini vurgulamak en doğru yaklaşım olur. Kuşkusuz bunları tam anlamıyla bağımsız kılınmış bir Merkez Bankası ve yeni bir kadroyla yapmak gerekir. Bu tür kararları alıp uygularken kişilerin ve kurumların itibar sorunu olmamalıdır.
Doğru politikalar uygulanırsa dışarıdan kaynak gelir mi? Eğer doğru ekonomi politikalar uygulamaya sokulur ve bunlar sosyal ve siyasal yapısal reformlarla desteklenirse dış kaynak gelir. Çünkü yabancı yatırımcı açısından bilinirlik ve istikrar en önemli faktörlerdir. Türkiye'nin bugünkü görünümü, yabancı yatırımcı açısından, istikrarsız bir ülke görünümüdür. Ülke risk primini gösteren CDS priminin dünyanın en riskli ülkeleriyle aynı kategoride olması dışarıdan bakıldığında ülkenin nasıl göründüğünün göstergesidir. Çoğu kez hukukun üstünlüğü ve demokrasi eksikliğinden söz edildiğinde "Çin'de hukukun üstünlüğü de demokrasi de yok ama dünyanın yabancı yatırımını çekebiliyor" diye itiraz edenler olur. Tekrar söyleyeyim: Yabancı yatırımcı bilinirlik ve istikrar ister. Çin'de hukukun üstünlüğü ve demokrasi hiçbir zaman olmadı. Yabancı yatırımcı için bu bilinen ve istikrar olarak kabul edilen bir durum. Bugün Çin, demokrasiye geçip hukukun üstünlüğü için adımlar atsa bilinirlik ve istikrar ortadan kalkacağı için yabancı yatırımlar muhtemelen düşer. Türkiye ise bu iki meselede yıllardır batı dünyasını örnek alarak ilerlemeye çalışırken birden bunlardan vazgeçince bilinirliğini ve istikrarını kaybetti. Bunları yeniden yerine oturtmak o kadar kolay değil. Ama bu yolda adımlar atılmaya başlanırsa, özellikle Avrupa Birliğiyle ilişkiler yeniden canlandırılır, ekonomiyle ilgili olduğu kadar sosyal ve siyasal alanlarda da reformlar hızla başlatılırsa dışarıdan kaynak girişi başlar.
IMF ile program yapıp para almak mümkün müdür? Türkiye, IMF'nin üyesidir ve IMF, kendisinden destek isteyen üye ülkeleri reddetmez, üzerinde karşılıklı olarak anlaşılmış bir program için destek verir. IMF'den alınacak destek, piyasadan alınabilecek borçtan daha yüksek miktarda ve daha ucuza mal olacağı için önemlidir. IMF ile yapılacak bir program yatırım yapmak ya da borç vermek isteyip de riskten çekinen yabancılar için bir çeşit garanti görevi göreceği için ülkeye kaynak girişini artırır. Ne var ki bu noktada siyasetçilerin halkta yarattığı IMF imajının kötülüğü, bu yola gidilmesini zorlaştıran bir meseledir. Siyasetçiler, popülizme saparak bozdukları ekonomiyi düzeltmek için gelen IMF'ye geçmişin faturasını ve kendi günahlarını yüklerler, halkı da buna inandırmayı başarırlar. Böylece insanlar IMF'nin gelip durduk yerde kendilerine acı ilaç içirdiğini, kemer sıktırdığını düşünür ve IMF'yi lanetlerler. İşler biraz düzelince siyasetçiler IMF'yi gönderir ve düzelen ekonomiyi kendileri düzeltmiş gibi takdim ederler. Bu, bize benzeyen ülkelerde hiç şaşmayan bir gerçektir. O nedenle IMF ile program yapmak bir zafiyet olarak görülür. Oysa asıl üzerinde durulması gereken konu ülkeyi IMF'ye götürmek değil ülkeyi IMF'den destek isteme aşamasına kimin hangi yanlışlarla getirdiği meselesinin ortaya çıkarılmasıdır.